12 Aralık 2008 Cuma

bir bayram muhabbeti


Ve bir kurban bayramı daha geçti. 18 yılın üstüne benim için bayramların monotonlaştığını ve özelliğini yitirdiğini fark ettim. Ama hala bayram sabahı kapımızın tek tük de olsa çalınması, benim türlerinin son örnekleri olan o çocukları görmek için kapıya koşmam, çikilata ikram etmem ve bayramlarını kutlamam, işte bunu hiç bişeye değişmem. O canım çocukcazlar bakıyorlar ya öyle melül melül, aynı anda ‘iyi bayramlar’ diyorlar ya, çok üzülüyorum o hallerine. Onlar da sıkılmışlar gibi bakıyorlar çünkü. Sanki her bayram sabahı ellerine bir kiler poşeti alıp kapı kapı dolaşmak şartmış gibi. Artık kapıya gelen çocuğa para da vermiyorlar zaten, ne işiniz var sokaklarda. Nese susuyorum artık gözyaşlarımı silerek. Ve elleri benekli, titrek yaşlı bir amca gibi söylüyorum, nerde eski bayramlar.

Bir bayramda da ‘nerde eski bayramlar’ muhabbeti açılmasa etek giyip koşucam istiklalde. Üstüme de delidir ne yapsa yeridir yazılı bir karton asıcam. Bağıra bağıra, hatta anıra anıra, nerde eski bayramlar diycem koşarken. Hele bi açılmasın o muhabbet, bak gör neler yapıcam daha.

En sevmediğim tatlının bayramın bir numaralı tatlısı olması da ne acayip. Gözün kör olsun baklava.

Birinden bayram harçlığı alırken, ‘istemem yan cebime koy’ tavırlarına da bayılırım. O tavırlar olmasa o bayramın, o harçlığın tadı çıkar mı? ‘’Yok amca, yok dayı, yok dede istemem, kocaman adam olduk artık, harçlık yaşını geçtik’’ diyeceksin illa ki. Nasıl bir mütevazılıktır, nasıl bir efendiliktir o. Bu tavırları yapan insanlar olarak nolur feysbukta grup açalım. İddia edelim 1.000.000 kişi vardır, diyelim. Arkadaşını davet etmeyen katılmasın diyelim. Yaşasın feysbuk, yaşasın harçlık tavrı. Tavrını belli eden bir adım öne çıksın.

Ne diyorduk, heh, bir bayram daha geçti…

11 Temmuz 2008 Cuma

Hatıramda Canlandı..



Bazen öyle bir an olur ki konuşamazsınız, diliniz tutulur, aradığınız sözcüğü bulamazsınız ve orada ‘düşünen bir sebze’ gibi kalırsınız. Ben işte arada böyle anlar yaşıyorum ve bundan nefret ediyorum. En çok da başka bir okula nakil olduğum zaman olur bana bu. Hani okulun ilk günü dersin ortasında, yanında nöbetçi öğrenciyle çat kapı içeri girersin. Nöbetçi öğrenci seni takdim eder, yerine geçer oturursun. Öğretmen hadi kendini tanıştır bize der. Ve işte o anda ne yapacağını bilemezsin. İçten içe öğretmene kızarsın, seni öğretmen yapanın ben taa.. dersin. İçinden inanılmaz diyaloglar geçer ama dışarıya anlatamazsın. Genelde de şöyle bir şey çıkar ağzından: ‘’Adım Sertaç soyadım Selvi (Adım Sertaç Selvi şeklinde söyleyenlere uyuz olduğum için böyle ayrı ayrı söylerim hep) İşte şu şu okuldan geldim. Bu kadar.’’ Sonundaki ‘bu kadar’ lafını da unutmam çünkü onu demezsen sınıftan devam etmem yönünde bir beklenti seziyorum çoğu zaman. Yedi kez okul değiştirdim ve bu anı hemen hepsinde yaşadım. Hep benden kendimi tanıştırmamı istediler. Bi kere de demedim ki hadi şimdi de siz kendinizi tanıtın diye. Bütün sınıf kalkıp tek tek tanıtsa ya kendini bana. Haksızlık değil mi?

Gerçi onu da yapıyoruz. Sınıfa yeni bir öğretmen geldiğinde bütün sınıf tek tek kalkıp kendini tanıtır. Bi keresinde çok güzel bi İngilizceci gelmişti. Herkes adını soyadını, sevdiği dersi, sevdiği yemeği, sevdiği diziyi söylesin dedi, şok oldum, çüş dedim. İki hafta tanışmayla geçti valla, sınıf defterine tanışma yazıp durdu kadın. Bizim cin fikirli arkadaşlardan biri ona bekar mısınız diye sormuştu, evet dedi, bizim arkadaş da ben de bekarım demişti. Çok gülmüştüm o zamanki aklımla. Aynı cin fikirli arkadaş coğrafya dersinde de, tam da dünyanın şekli anlatılırken, aniden kalkıp, hocam var ya, bence dünya delikanlı olsaydı yuvarlak olmazdı demişti. Buna da çok gülmüştüm. Gerçi arkadaş o sene coğrafyadan kaldı o ayrı mesele. Ah be özledim eskileri şimdi. İlkokulu özledim. Hazırlık günlerimi özledim.

Hazırlık okurken çok boş günümüz olurdu ne güzel. Her gün buluşup bi yerlere giderdik. En çok Sultanahmet’e giderdik. Hatta düşünüyorum da hep oraya giderdik. Evet evet her gün ordaydık. Neyse işte bi gün yine toplandık, baktık bi kişi gelmemiş hala. Buluşma saatini de geçmiş. Aradık hemen nerdesin lan ağaç olduk burada diye. Geliyorum geliyorum bekleyin, Bahçelievler’deyim dedi. Yürüyerek mi geliyosun lan dedik yok koşuyorum demişti. Biz de Sefaköy’de toplanmışız ve Bahçelievler’den koşarak yetişecek olan arkadaşı bekliyoruz. Hazırlık işte. Ruhu yeter.

Neyse çok yazdım. Okuyanlara bi eyvallah, bi de şirketten ince belli bardakta çay. Gelirseniz, ısmarlarım. Uykum geldi, hadi görüşürüz…

11 Nisan 2008 Cuma

Yastık Amcam Olur Musun?


*Hani diyelim iki arkadaş oturuyorsunuz, o sizin arkadaş kulaklıkla müzik dinlerken, bi kulaklığını çıkartıp size uzatır ya, ''Al bak bunu dinlemen lazım, çok güzel şarkı'' der ya, sen de şarkıyı beğenmesen de ''aa güzelmiş'' dersin hatta muhabbet kurma amacıyla ''bu adamın son şarkısı çok güzel ya'' dersin ve dinlediğinin son albümün çıkış parçası olduğunu bilmezsin. Bi an önce kulaklığı ona geri vermeye bakarsın ve genelde ''nese al sen dinle, ben bölmiyim'' dersin.. Bu iğrenç durumu yaşayan arkadaşlar birleşip feysbukta grup açalım, haftasonları buluşalım.. Şimdi bunu okuyan ve zamanında bana kulaklık uzatan arkadaşlar bana inceden uyuz olmuş olabilirler ama bazen iyi şarkılar da oluyordu gerçekten, sizinki onlardan biridir kesin...


*Geçen gün yine bir Bakırköy-Beylikdüzü otobüsündeyim, biraz kitap okiyim dedim, ilk sayfanın ortasında kafam düştü, uyumuşum... Gözümü açtığımda kafamı yanımdaki amcanın o sıcacık, o yumuşak omzunda buldum. Kafamı kaldırdım, amca bana baktı ben ona, sora ''kaldırsana kafanı genç'' bakışı attı amca, dinlemedim, devam ettim uyumaya. Süper bi uykuydu, keşke her otobüste böyle yastık-amcalar olsa...


*Kulaklıkla müzik dinleyen gençlerin dinlediği müziği dışarıdan herkes duyar ya, bazen kıl olursunuz, sıktın ama sen de hee dersiniz. O değil de geçen müzik dinleyenlerden biri resmen düğün salonu müziği dinliyodu ya, şok geçirdim, açmış bi de sesini son ses. Tekno dinlesen biraz anlarım da kardeş bildiğin düğün salonlarının vazgeçilmez ''piyanist şantörler''in çaldığı iğrenç müzik. Nasıl bir haz almadır o ya...
*Türkçe'm ne kadar kötü dimi, imla yanlışlarında çığır aştım. Kusura bakmazsınız artık.
NOT: Biz de biliyoruz heralde doğrusunu..

kim ne derse desin...

*''Aşka düşen insanlardan yerçekimi sorumlu değildir'' demiş Albert Einstein. Ulan o kadar zeki bilimadamısın, koskoca dehasın, yakışıyo mu sana böyle iğrenç espri. yazık...

*Goriot Baba adlı eserinde Balzac, şöyle bir cümle kurmuş; ''Gençlik adaletsizlik yönüne kaydığı zaman vicdan aynasında kendisine bakmaya cesaret edemez, halbuki ileri yaş bu aynada kendisini görmüştür, hayatın bu iki safhası arasında bütün fark bundan ibarettir'' Yani koskoca edebiyatçısın, bizden farklı düşünüyosun, güya hayata farklı pencereden bakıyosun, adama sormazlar mı bu nası bi pencere. Gençlik ve yaşlılık arasında bula bula bi tane fark bulmuşsun. çüş derim. Ayrıca bu kadar uzun bi cümleye ne gerek var, kısa yoldan gençler vicdansızdır, şerefsizdir, kötüdür, hatta tü kaka de olsun bitsin. Hayır yani yaşlandın diye nedir bu gençleri çekememezlik. Kıskançsın sen Balzac, kıskanç. Edebiyatçı olmuşsun ama adam olamamışsın.

*''Felsefe, ışık sağlayıp karanlığı kaldıran bir araç değil, gözün karanlıkta da görmesini sağlayan bir uğraştır'' demiş ismini vermek istemeyen bir filozof. Valla takdir ettim ne güzel demiş, bir benzetme ancak bu kadar güzel yapılır. Eee adam filozof abi, olcak o kadar. Bence her filozof en az böyle bir laf etmeli. Juri olsun mesela, filozof olmak isteyenlerin sözlerini inceleyip sen filozof olabilirsin desin. Ben de juride olıyım ya , noluur ya.

*Hayatımda üçüncü dönüm noktasındayım. Emekledim, ayağa kalktım ve şu anda sendeliyorum. Dördüncü evrede yürüycem ve son dönüm noktasında da ölürüm büyük ihtimal.

*Ne kadar ders verici bir yazı oldu ya, kendimle gurur duydum.

7 Mart 2008 Cuma

arama izninizi görebilir miyim ?


-Gözüm seyiriyo, başıma bişey gelicek.

-Neden?

-Gözüm seyirince başıma birşey gelir hep.

-Neden?

-Gelir işte ne biliyim.

*Bazıları da romatizmaları azınca yağmur yağdığını iddia eder. Bazıları ''benim altıncı hissim kuvvetli'' der, hiç anlamam. Benim böyle özelliğim yok diye belki kıskanıyorum. Benim de başım ağrıyınca kar yağsın, ayak parmaklarım uyuşunca rüzgar essin. Kulaklarımı oynatınca başıma bir felaket gelsin. Hiç kimsede olmayan bi özelliğim olsun ya, evet istiyorum

*Bi yerde biri ölse, cenazesine gitsek, o cenaze evinde mutlaka hikayeler anlatılır. ''Rahmetli öleceğini anlamış, Hatçe'yi çağırmış, helalleşmiş'' ya da ''dün çok tedirginmiş, anlamış bişi olcağını'' diye konuşurlar o evde. Pek samimi bulmam açıkçası. Hatçe'yi çağırsın mesela, helalleşsin ama ölmesin. Kimse anlatmaz bunu he. ''Salak mıdır nedir, durduk yerde ''ölücem, hissediyorum'' diye saçmalıyo demezler. Belki de Hatçe'yi her gün çağırıyodur, helalleşiyodur ve bir gün ölmüştür işte. Neyse ya banane, takılsınlar onlar öyle.

*Hadi görüşürüz.

9 Şubat 2008 Cumartesi

kendimden uzaklaştım..

*Evimin karşısında bir gece cinayet işlense, perdeye yansıyan gölgeden durumu çaksam, katil benim şahit olduğumu görse, benrssam, sonra kurbanı evin altına gömse. Tabii bir sitede ve onuncu katta yaşadığını unutsa, direk alt katta oturan komiserin salonuna düşse ve böylece gördüklerimi annemlere ve polislere anlatma, onların bana inanmama, katilin beni öldürmeye çalışma, en sonunda cinayeti çözüp katili yakalatma ihtimallerim ortadan kalksa ne gülerdim, cidden baya gülerdim.



*üstte okuduğunuz yazıyı yazarken kalemimin metal kapağını yutuverdim. Nasıl demeyin? Allah beni kahretsin, bi garip oldum. Çok kötü oldum lan. Of neyse...

*Televizyonda yabancı film seyrederken, film içinde İstanbul, Türkiye, Türk gibi kelimelerin geçmesi, Türk izleyiciyi hep mutlu eder ya, 'aa Türk dedi lan' der ya insanlar, bütün dert, tasa, kredi borcu, az maaşlar, üst katta zıp zıp zıplayan çocuk unutulur ya, ben de mutlu olurum işte o an.

*Kafamda o kadar çok şey var ki, yazılar, filmler, yeni projeler, dergiler, okul kitapları, dersler, öğretmenler, arkadaşlar, zor yollar, engeller, tepkiler. Aslında benim gibi lise son öğrencisinin bu dertlerin başına ÖSS yazması gerekirdi ya neyse. Düşün onu bile sona atmışım. Kendimi de ondan sonraya atıyorum.

*Resmi ben yaptım nası olmuş, bundan sonra böle.
*Hadi görüşürüz, si yu, guten tak...

30 Ocak 2008 Çarşamba

benim neyim var böyle!...

Prensiplerim var... Otobüste yanlışlıkla bi durak önce düğmeye basarsam, o durakta inerim. O düğmeyi sahiplenirim. Aradaki o yolu da yürürüm. ''Akılsız başın derdini ayaklar çeker'' atasözünü düşünürüm yol boyunca, ama vazgeçerim yürümekten, indiğim yerden aktarma yaparım, o sözü söyleyen ataya da şöyle gizli gizli bir el işareti çakarım. İyi ki akbilim var.

Kusurlarım var... Ders çalışırken sıkılırım, sıkılınca odamı süsleyen film afişlerini incelerim, aynı isimlere bakarım tekrar tekrar, ilk defa bakıyormuş gibi yorum getiririm içimden. ''Aaa bu adam burda da mı oynamış'' derim. Sonra eski mizah dergilerini karıştırırım arşivden, aynı esprilere bir daha gülerim. Sonra yeter lan ders çalışmalısın Sertaç derim, haftalık çalışma programı yaparım hemen. Tivi izlemeye ve uyumaya geniş yer ayırırım. ''Tamam programı yaptım, yarından itibaren yeni bir Sertaç var'' diye düşünürüm, saatime bakarım ''Oha ne kadar geç olmuş'' derim, sütümü içer yatarım. Uyurken 'Ben nasıl büyük adam olucam' şarkısını da dinlerim inceden.

Ve Kaygılarım var maalesef... Ülkemden endişelerim var. Nutuk atmıycam, çok özlü! bi söz söyliyim bitiriyim: 'bir ülkede küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, o ülkede güneş batıyor demektir' . Neyse işte ...

Görüşmek üzere...

6 Ocak 2008 Pazar

hüzün ve takıntı

Bugün hüzünlüyüm. Yılbaşından kalma, kimsenin yüzüne bakmadığı, gidip gelip tırtıkladığım çikolatalı pasta her güzel şey gibi bitti. Buzdolabının gülüydü son zamanlarda. Buzdolabını açınca içimi bi sevinç kaplardı bi kaç gündür. Bütün derdim tasam giderdi. Şu an farkettim ona çok bağlanmışım. Yeni bir pasta aynı tadı, aynı hevesi vermeyecek biliyorum, hüzünlüyüm. Tabi yeni bir pastaya da hayır diyemem, o ayrı, yine de hüzünlüyüm... Bir de kolam vardı. Bizim evde kola içilmez, yasak değil de, ne biliyim kimse gidip almaz, pek de aramayız yani, eksikliğini hissetmeyiz. Kolasız da mutlu olabiliyoruz...neyse...Yılbaşına özel, pastanın yanına kola aldım, küçük boy aldım, benden başka kimse suratına bakmaz. Ben de pek içemedim açıkçası, yarısı kaldı. İşte o yılbaşından kalma, boynu bükük, yalnız kolam, bugün itibariyle artık, kapağı açılınca 'pıss' lamıyor. Kapatıp bi daha açtım, olmadı. Kapatmayı beceremeyen kardeşimden şüphelendim, tabi onu da suçlamıyorum, olacağı varmış. Hüzünlüyüm yine... Yarına unuturum belki ama şu anda pastanın ve kolanın eksikliği buzdolabında kendini hissettirmeye başladı. Yerini doldurmak için yarın gidiyim kendimi mutlu ediyim. Bak şimdiden mutlu oldum, üstümdeki hüzün kalktı. Giden pasta olsun, kola olsun canııımm...

Bu aralar takıntılı olduğum bir de 'orta' kelimesi var. ‘orta’ ne güzel bişidir ya. Ne hoş bir kelime. Her şeye uyar. Yani ne biliyim her yerde karşıma çıkıyo. Uzun kısa orta, büyük küçük orta, dar geniş orta. Ohoo bi sürü şey geldi aklıma her şey olabilir. Hayatta böyle uyumlu olacaksın arkadaş, herkesle iyi geçinmeye bakcaksın, bazen de tepkini gösterceksin tabii ki. Mesela siyah beyaz orta olmuyo, tepkisini koyuyo, sizinle olamam ben diyo. Aferim valla takdir ettim bunu ben. Saçmaladım farkındayım ama mutluyum ben, kendime ders çıkardım bundan...

'Nerde bu devlet' yazısı yazmak istiyorum, sonraya artık...

4 Ocak 2008 Cuma

Sevgili Günlüğüm... bişi dicem...


Sevgili günlük, naber... Sıkıldım, geldim yine seninle konuşmaya. Bak ne diycem geçenlerde dedemleri ziyarete gittim. Bu akraba ziyaretleri çok acayip oluyor. Dedelerle, ninelerle konuşmaya bayılıyorum. Genelde pek seven olmaz ama ben seviyorum işte. Gençlerle muhabbet kurma çabaları tam seyirlik valla. Çocuklara 'anneni mi babanı mı...' tipi sorular sorarlardı, bana sordular, çoğu çocuk gibi 'ikisi de' derdim, 'kesin politikacı olcak ayol bu' derdi ordaki yaşlı bir hanım teyze, biraz büyüdüm, soru 'ne olacaksın evladım' olarak değişti, mühendis derdim hep, ne mühendisi olduğum önemli değil tabii, sormazlardı zaten, 'mühendis olsun da...' mantığı var onlarda. 'Mühendis olucam' deyince aferim alırdım herkesten, sevinirdim, beni hep överlerdi, bu yüzden seviyorum belki de onları... Tabi bazen gıcık oluyorum onlara sevgili günlüğüm. Yaşlıların sohbet oluşturmak için çocukları kullanmaları bir an önce engellenmeli, yasa çıkmalı. Mesela büyükler konuşurken, çoğu zaman bayram ziyeretlerinde yaşanır bu hadise, neyse işte büyükler konuşurken çocuklar susturulur, sonra büyükler sustuklarında, konuşcak konu bulamadıklarında, bize dönüp ' ee Sertaç daha daha', 'okul nasıl gidiyo' tarzı cevabının pek önemli olmadığı, laf ettim balkabaa tarzında soru sormalarına gıcık oluyorum. Bazen resmen piç muamelesi görüyoruz cidden. Öyle sorduklarında 'hiç' derim susarım, gıcık ederim. Ohh! ... Bu arada 'pritüstüel'i ayak üstü salladım. Bi de günlükcüm, lise bitiyo, yıllıklar teslim edildi, hüzünlendim. Yatmadan bir dostum yorum yazmış, paylaşıcam seninle, mesaj da var sonunda, feyz al accık:

''sesli düşünürken arkadan biri şappadanak geçirse ne düşünüyorsun lan dingil burada düşünce özgürlüğü mü var diye, sosyal mesaj versek?''

Saygılar, sevgiler günlük, seni özliycem...

Sevgili Günlüğüm...


Sevgili Günlük, Bak nasıl mutlu oldum şimdi, ilk defa günlük yazıyorum da, hep bir günlüğüm olsun istemişimdir. Hep özendim günlük yazan tiplere. Ben biraz yeni nesil günlük tutuculardanım aslında. Bilgisayara yazıyorum direk, hem saklamıyorum kimseden, herkes okusun bence. Bak günlük, ilk yazıda anlaşalım, bazen acaip sıkıcı olurum, bazen saçmalarım, bazen sadece iyi geceler der yatarım, sonra 'bu ne lan, utanmaz arlanmaz, boklu dereden atlanmaz' triplerine girme. Sözümü kesme, yoluma çıkma. Bazen çok sinirli olurum mesela, merak etme o zaman yazmam. Bazen çok fettan, sinsi olurum, dedikodu yaparım, hiç hazetmem dedikodudan ama senle yaparım. Başka kimim var. Milleti çekiştiririz burda, merak eden okusun, isim vermem tabi, ima ederim... Anlaştığımıza göre sana bir derdimi anlatcam. Ya ben blog yazmak istedim, açtım yazdım, ama okunmama kaygısı var bende. Yeni yetme yazarlarda hep olurmuş, ondan mı? Yoksa yazdıklarım cidden tırt mı? Bırakmalı mıyım yol yakınken. Cevap veremezsin tabi, sustun kaldın bakıyorum, anladım ben seni, sen de bana düşmansın, canım sıkıldı şimdi bak, gidiyorum ben, yazmıycam... Belki sonra yazarım... Çok süper çok şahane çookkk pritüstüel şeyler buldum, bi dahaki sefere anlatcam sana, o zamana görüşürüz... Sen de bi çok kişi gibi 'pritüstüel' ne yahu dedin dimi, sonra anlatırım artık... İyi geceler sevgili günlük...Bu arada resim için Serkan Altuniğne'den özür diliyorum...