1 Kasım 2009 Pazar

gülümserdi ...

Servis yapan garsona nazikçe teşekkür edip gülümsedi. Zaten her daim gülümserdi. Adı da Gülümser’di. Aslında babası Ziya, isminin Gülazer olmasını istemişti ama annesi Zübeyde Hanım kati suretle karşı çıkmıştı. Gülazer büyük ninesinin ismiydi. Büyük nine son nefesinde ‘torunuma adımı verin’ demiş ama etrafındakiler duymazdan gelmişti. Zübeyde Hanım ‘yanlış duymuşsundur, bu zamanda çocuğa Gülazer ismi konulur mu canım aaa’ diyip olayı örtbas etmiş, Gülazer’e göre pek de havalı olmayan Gülümser ismini koymuştu. Zübeyde Hanım soylu bir aileden geliyordu. Ona da ismini babası 13. Süleyman Ekrem Atatürk’ün annesinden esinlenerek vermişti. Soyadları Hanım’dı. Bir rivayete göre bu soyadı İsmet Paşa Süleyman Ekrem’e bir sohbet esnasında vermişti. Süleyman Ekrem’in kırık hareketleri, nonoş halleri cemiyette dalga konusu oluyor, girdiği ortamlarda gülüşmelere neden oluyormuş. İsmet Paşa da bunun üzerine ‘lan Ekrem ne kırık adamsın senin soyadın Hanım olsun demişmiş’ Tabi dediğimiz gibi bir rivayet bu. Gülümser’in babası Ziya tam bir İstanbul beyefendisiydi. Bir giydiğini bir daha giymez, şapkasız dolaşmaz, ucuz yerlerde yemek yemez, otobüse metrobüse hiç binmezdi. Ankara’yla da arası çok iyiydi. Birçok milletvekilini yakinen tanırdı. Evinde davetler vermeyi severdi, Gülümser’le tanışmama da bu davetlerden biri vesile olmuştu.

Tanıştığımız gün pek neşesi yoktu. Salondaki üçlü koltukta yanına gelen gidenlerle sohbet ediyordu, bu durumdan sıkılmışa benziyordu. Etrafta gezinen garsonlardan iki bardak şarap alıp usulca yanına yaklaştım. ‘Matmazel biliyorum sizinle sohbet etmeye gelen şu yapmacık insanlardan sıkıldınız, ama zamanınızın bir bölümünü bana ayırırsanız inanın çok mutlu olacağım’ diye İstanbul Türkçesini iyi bilen ama Fransızca’yı da delicesine konuşan kibar bir beyefendi gibi söze girdim. Etkilenmişti. Gülümsedi yine. ‘Tabii ki memnuniyetle’ diye cevapladı. Şarabını uzattım. İkimiz de birer yudum aldık. Tam söze giriyordum ki aniden bir çığlık duyuldu. Bütün gözler çığlığın geldiği yöne döndü. Bu annesi Zübeyde Hanım’dı. Gülümser hemen fırlayıp annesinin yanına koştu. Ne olduğunu kimse anlamamıştı. Pek de önemli bir şey olduğunu düşünmemiştim. Neticede evhamlı bir kadındı, her şeye çığlık atmış olabilirdi. Kayan bir yıldız da görmüş olabilirdi, cinayet de. İkisine de aynı derecede tepki verirdi. Bunu bildiğim için ve Gülümser’le sohbet etme ortamı kalmadığı için gizlice evden çıktım.

Ama işte şimdi tam karşımda oturuyor. Belki bu sefer konuşabilirdim. Pastanenin en güzel masasında, bir yandan boğazı seyrederken bir yandan profiterolünü götürüyordu. Servis yapan garsona nazikçe teşekkür edip gülümsedi. Zaten her daim gülümserdi…

1 Haziran 2009 Pazartesi

canın cehenneme kuş beyinli !


Hayatla ilgili bir yazı yazasım vardı aslında. Hayatın amacını anlatan, cümleleri uzun, özlü sözlerle bezenmiş, kimi zaman sıkıcı, kimi zaman düşündüren bir yazı. Okuduğunuz zaman ‘vay be, çocuk işi çözmüş’ diye yorum getireceğiniz türden bir yazı. Öyle bir yazı ki, okuyan insanlar yastığa başlarını dayadıkları zaman bu yazıyı düşünecek, hayatla ilgili realist kararlar alacak, tüm içe dönük travmaları yaşayacak. Belki evi terk edip ‘into the wiLd’ filmindeki gibi bu kapital dünyaya rest çekecek. Belki her sabah yalandan gülümsediği komşusuna bu sefer gülmeyecek ve onunla ilgili söylemek istediği her şeyi bir çırpıda söyleyecek yüzüne. Belki iş yerine gidip patrona ağzına geleni söyleyecek, en sonunda Hollywood özentiliği yapıp ‘Fuck You’ (Canın Cehenneme) diyecek ve tam kapıdan çıkarken yüzünde bir gülümseme olacak. Ya da üniversitedeki hocasına karşı gelecek ilk defa, başı dik, kalma korkusu olmadan. Converse giyip kahrolsun emperyalizm diye bağıran çocuğa şaplak atıp ‘Ne diyon lan sen’ diyecek.

Belki de bu kadar etkilenmeyecek, sevgilisinin sevmediği huylarını yüzüne söylemekle yetinecek sadece. Yıllardır eline kitap almadığını fark edip, okumaya başlamakla yetinecek. Kalbini kırdığı herkesi arayıp özür dileyecek belki de tek tek, ilkokuldaki sıra arkadaşı Cemil dâhil. Topunu çalmıştı çünkü. ‘’Biz ayrılmıycaz oğlum’’ diye söz verdiği lise arkadaşlarını arayacak yalnızca, buluşalım lan çok özledim diycek. Mesaj atan arkadaşlarına cevap vermediğinde ‘’kontörüm yoktu lan, valla, yoksa beni biliyosun niye atmıyım’’ demiyecek, delikanlı olacak, canım istemedi diyecek. Birisi hakkında dedikodu yaparken ‘‘ben onun yüzüne de söylerim ki’’ demiyecek. Söylemediğini herkesin bildiğini bilecek. Azıcık delikanlı olacak.

Yazımı okuduğunda ağlayanlar olacak, geçmişte kaybettiklerine üzülecekler. Kazanamadıklarına bakıp yine üzülecekler. Aslında ‘önemli olan kazandıklarınız, onlara bakın sevinin’ diyeceğim bir yandan, belki de bunu benden başkası anlayamayacak. Onlar kaybettiklerine ağlarken, ben kazandıklarıma bakıp sevineceğim. Çünkü onlar şehit haberlerine ağlarken ben gazi haberlerine üzülüyor olacağım. Sosyal mesajı çakıp mutlu olacağım. Ürperecekler.

Böyle bir yazı yazasım var işte. Çok pis hem de. Ama canım istemiyor. Off çok canım sıqıldı yhaa!!

what the fuck is goin' on?


Odamda bir örümcek var şu an. Hızlı, kıvrak ve sekiz bacaklı diğer bütün örümcekler gibi. Bakışlarım üzerindeyken sabit duruyo, iki dakika başka yere baksam eski yerinde bulamıyorum. Anlıyor mu acaba gerçekten, yoksa bir tesadüf mü bunlar. Sinsice göz kaçırmalar yapıyorum ve görüyorum hareket ettiğini. ‘’Yakaladım, gördüm seni’’ diye dalga geçiyorum parmak kadar böcekle. Gülüyor sanki, başını öne eğdi. Gizlice yaklaşıyorum, bütün ayrıntılarını görmek istiyorum, gözü, kulağı, burnu var mı merak ediyorum. Bir yandan da ısırsa da Örümcek Adam olsam diye tetikte bekliyorum. Benim hep böyle bir hayalim olmuştu çünkü. Bir gün ısırılcaktım ve bütün halkın konuştuğu kahraman olacaktım. Kimliğimi de saklamıycaktım diğer kahramanlar gibi. Kahraman dediğin dürüst olur çünkü, azcık delikanlı olur. Biri aptala yatar, biri safı oynar, ne lan bu, film mi çeviriyoruz.

Bütün cesaretimi toplayıp parmağımı uzattım. Sekiz bacaktan birine dokundum. Tahmin ettiğim gibi ısırmadı, ya da ağ falan fırlatmadı. Korkak çıktı bu örümcek, topukladı kaçtı. Sonra ürperdim. Ya beni bu örümcek ısırırsa ve korkak bir Örümcek Adam olursam? Ne ağ atabiliyorum ne atlayıp zıplıyorum, anca duvarlara tırmanırım. O da fazla bi işime yaramaz ki, düz duvara tırmanmak artık büyük bir marifet değil. Show Tv karete hocalarını gösterip duruyordu bi ara. Tırmanıyodu adamlar deli gibi. Belki onları da böyle bir örümcek ısırmıştır, kim bilir.

Canım sıkıldı, uyuma kararı aldım kendi kendime. Bir yandan hala örümceği takip etmekteyim. Bilgisayarı kapatıp yattım. Tavanı seyrederken kadraja bir anda örümcek girdi. Yine başını eğdi, iyi geceler demek istedi heralde. Ve kadrajdan çıktı ağır adımlarla. Sekiz bacakla da nasıl ağır yürüyor anlamıyorum. Göz kapaklarım kapandı birden. Zzz.

14 Nisan 2009 Salı

Düşünüyorum öyleyse hapse atın !

Ergenekon Operasyonu kapsamında 31. dalgada içeri alınan üniversite öğrencisi S.S., dün gece geç saatlerde serbest bırakıldı. S.S. emniyetten ayrılırken gazetecilere bir takım açıklamalar yaptı:

‘’Ne oldu anlamadım, telefonlarımı dinlemişler, ‘Gülben Ergen’e Kon’ esprisi yaptım diye içeri almışlar. Niye yaptın dediler, içimden geldi dedim, saçma dediler, sizin yaptığınız da dedim. Bizi sorgulayamazsın dediler, siz kimsiniz dedim, biz bu ülke için gece gündüz çalışıyoruz dediler. Gece gündüz beni takip ettiğinize göre vay bu emniyetin haline dedim, sen darbeci misin lan ibne dediler, evet darbeciyim, evde iki tank, bir roketatar, üç kalaşnikov var dedim. Dalga mı geçiyosun lan dediler, dövdüler. Profesörleri içeri aldınız, öğretim üyelerini, rektörleri içeri aldınız, yetmedi yetmiş yaşında iyilik peşinde koşan hasta kadını darbeci diye içeri aldınız, sonra size inanmamızı güvenmemizi bekliyorsunuz, sittirin lan hadi dedim. Yine dövdüler. Ağzıma burnuma Allah ne verdiyse geçirdiler.

Sabaha karşı uyandım. Ellerim bağlıydı. Gözlerimi yavaşça açtım. Karşımda Gülben Ergen vardı. Sırf benim esprim yüzünden onu da içeri almışlardı. Acaba onun da mı ilgisi var diye düşünmüşlerdi. Güldüm. Baya bi güldüm hem de. Hayatımda bu kadar saçma bir olay görmedim çünkü. Kendilerine polis diyen, kendilerine savcı diyen, gece gündüz halkın emniyeti için, huzuru için çalışıyoruz diyen birkaç odun kafalı, ancak bir ilkokul çocuğunun yapacağı cinsten işler yapıyordu.

Sonra Gülben Ergen’i götürdüler, benimle de geceye kadar konuşmadılar. Bir polis memuru hanfendi geldi, hadi git dedi, bi daha da böyle iğrenç espriler yapma dedi. Sizinki daha iğrençti dedim. Çağdaş Yaşamı destekliyorum lan diye ekledim. Ve şimdi buradan o savcıya söyleyecek bir sözüm var. Biz senin gibileri ç...... ‘’

Savcıya hakaret eden S.S., kameralara orta parmağını gösterdi.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Mr. Ense iş başında...

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde 07.04.2009 tarihinden itibaren basılmaya ve dağıtılmaya başlanan 'Alternatif' Fanzin'den bir yazıyı paylaşmak istedim. Ense kod adlı kişinin yazdığı yazı sizlerle:

BAY BEYAZ ve BAYAN KIRMIZI'ya

Uzun süredir gözüme çarpıyorsunuz İşletme Fakültesinin bahçesinde. Önce Bayan Kırmızı, senden başlayalım.

Geçen gün Bakırköy'de gördüm seni. Okul dışında ne halt yediğini merak edip takip ettim. Starbucks'a gidip ''frappuccino'' istedin, tercihini sorduklarında ''java chip chocolate'' dedin. Dışarı çıkıp yürümeye başladın kahvenden tek bir yudum almadan. Bu saçma hareketlerin merakımın artmasına vesile oldu. Otobüse bindin, peşinden geldim. Ağzına kadar dolu bardağın, yer çekimi ve otobüsün dandik hidroliği karşısında kahveye sahip çıkamıyordu. Kahve dökülmesin diye istemeyerek iki yudum aldın. Otobüsten indin, peşindeydim. Metrobüse bindin peşindeydim hala.

Okula vardık fakat sen kahveni içmemekte ısrar ediyordun. İşletme Fakültesi'ne geldik. Ve kahveni yeni almışçasına içmeye başladın. Fakülteye girdin. Sınıfta atacağın taklaların merakıyla peşinden gelmek istedim fakat güvenlikler içeri almadı. Bu durum seni rahatlatmasın, ensendeyim!..

Fakülte güvenliklerine inandırıcılıktan uzak bir ''bittin oğlum sen'' bakışı fırlattıktan sonra arkamı döndüm ve Bay Beyaz karşımdaydı. Pembe Lacoste tişört, Rayban gözlük, 8 cepli şortunu giymiş fakülte bahçesinde ''slow motion'' adımlar atıyordun. Şortunda sekiz cep bulunmasına rağmen arabanın anahtarını, Marlboro Light paketini, I-phone 3G'ni ve markasını bilmediğim muhtemelen pahalı cüzdanını elinde taşıyordun.

Her gün aynı numaralarla çevrenizin size imrenmesini bekliyorsunuz.

Bayan Kırmızı hergün elinde soğumuş ''frappuccino'' ile okula gelip puan toplamaya çalışıyor, Bay Beyaz ise I-phone 3G'sini 8 cepli şortunun bir cebine koymayıp milletin gözüne sokmayı tercih ediyor.

Hastayım size. Ya da siz hastasınız!...

ENSE

28 Şubat 2009 Cumartesi

uzmanlar uyarıyor !


Davos’taki ekonomi zirvesinde ‘’Elim kaşınıyor, para gelecek’’ isimli seminerde konuşan ünlü tırtoloji uzmanı Sertaç Selvi tuvalet çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

-Efendim yastık altında altın saklamak ekonomiye zarar verir diyolar, siz bişey demek ister misiniz?
-Yastık güvenli değil çalınabilir, çorap çekmecesine saklayın.

-Efendim yıldız kayınca tutulan dilekler kabul olunur mu?
-Ben dün tuttum kabul oldu lan, valla.

-Efendim Oscar ödülleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
-Yazık oldu lan bencamine.

-Kırmızı halıda Mickey Rourke’un arkasında kafanızı görenler olmuş.
-Her sene giderim, hiç kaçırmam.

-Nolcak bu Fenerin hali?
-Hani İbrahimoviç geliyodu lan fenere, yalancı basın. Basına hayır!

(Basına çirkin saldırı, Sertaç Selvi kameralara tükürdü)

cüzdanınızı düşürdünüz beyfendi


Dikkat ettim de cüzdanım her geçen gün biraz daha kabarıyor. Kabarıyo derken konu parayla alakalı değil tabii ki. Cüzdanda yer almaya başlayan kartvizitler, kimlikler ve banka kartları. En son olarak ehliyeti sıkıştırdım bi yerlere ve götümde koca bi sivilce gibi görünen bu kabarıklık doruk noktasına ulaşmış oldu. Bi markete gidersiniz, UyumKart’ınız var mı, Migros Card’ınız var mı? Bu kartınız var mı, cartınız var mı curtunuz var mı? En sonunda gidip alırsınız o kartların her birinden. Biraz da büyüyünce 18 yaş altında yapamadığınız her şeyi yapmak geliyo içinizden. Ülen eskiden küçüksün sen veremeyiz dediniz şimdi alın beyfendi alın beyfendi diyosunuz, almaz mıyım onu, alırım. Bi de ‘beyfendi’ diyolar, çok acaip geliyo. Eskiden kimlik için bile cüzdan taşımazdık. Lisede Kemal Kara’nın Tarih kitabının arasına koyardık hep. Haftanın üç günü kimlik olmazdı bu yüzden. Paramızı cebimizde kırış kırış ederdik, bozuk paralar şıngır şıngır ederdi kumaş pantolonumuzda. Ah be özledim o günleri diyceğimi zannediyosunuz ama yok özlemedim pek. Cüzdan var huzur var, nerde cüzdanlı biri var, orda büyük insan var. En azından ben öyle hissediyorum.